Uçan Arabam
İlkokuldayken ben, Türkçe çalışma
kitabımızda bir alıştırmamız vardı, geleceği nasıl gördüğümüzü resmedecek,
okula gelip tahtada ödevimizi anlatacaktık. Ben okulu çok seven, günü gününe
ödev yapan, az biraz annesinin öğrettiği kadarıyla çizim yapan bir çocuktum.
Ödevimi eve geldiğimde masanın başına geçip bütün akşam özene bezene yapmış,
hayallerimi çizmiştim. Ertesi gün okuldaysa gururla anlatmıştım geleceği nasıl
gördüğümü. Tabi, o zamanlar çok fazla çizgi film izleyen hayalperest bir
çocuktum, uçan arabalar, uzay trafiğini resmetmiştim çizgi filmlerden,
filmlerden gördüğüm kadarıyla. Geleceğin bizler için parlak, fırsatlarla dolu
olduğunu düşünüyor, gelecekteki uçan arabamı tasarlıyordum.
O zamanlar haber takip etmiyordum, 2009
yılında, ben daha ilkokul birinci sınıf öğrencisiyken liseli Münevver Karabulut
‘u tanımıyordum, karşı komşumuzun kızlarını neden okula göndermediğini
anlamıyordum. Ailemin şikayetlerinden sonra kızları benimle aynı sınıfta
okumaya başlamıştı, uzun sürmedi dördüncü sınıftan sonra okuldan tekrar
aldılar. Anlamadım.
Haberim yoktu zamanın emniyet müdürünün
“kızlarına sahip çıksalarmış” açıklamasından. Zaten haberim olsa da anlamazdım.
Bir yirmi beş boyum, rengarenk boya kalemlerim vardı, Jules Verne okur, Ay’a
Yolculuk kitabında hayal ederdim kendimi. İleride doktor olmak istediğimi
düşünür, doktorculuk oynardım annemle. Sonra zamanla önceliklerim, hayallerim
değişti.
2009 yılından 2020’ye tam on bir yıl geçti
ve bugün bizler hala Münevver Karabulut haberleriyle uyanıyor, liseli kızların,
üniversiteli gençlerin ve boşanmak isteyen annelerin cinayetlerine tanık
oluyoruz. On bir yıl önce geleceğe dair parlak umutlarıyla bakan küçük bir
kızken, sınıf arkadaşlarım da benim gibi uçan arabalara binmek için
heyecanlıyken on bir yıl sonra geldiğimiz yeri görmek sadece hayal kırıklığına
uğratıyor insanı.
Bugün dünyanın bir ucu teknolojide, sanayide
devir atlarken bir ucunda kız çocukları hala okula gönderilmiyor. Zorla
kapatılıyor, zorla kendilerinden yaşça büyük erkeklerle evlendiriliyor,
satılıyor, sistematik istismara uğruyor, bedeninden utandırılıyor. İran’da genç
kadınlar saçlarını örtmeden dolaşamıyor, Pakistan’da Taliban teröründen kızlar
okula gidemiyor, Tayland’da, Endonezya’da seks işçiliğine zorlanıyor. Türkiye’de…
Güzel ülkemdeyse kızlarımız bugün hala varlıklarına karşı bilinçsiz. Kızlarımız hırslı olmamaları öğretilerek yetiştiriliyor, ataerkinin içinde kayıp gidiyor. Çok azımız sesini çıkarma yolunda
başarıya ulaşabiliyor.
Bizlerin bugün Türk gençleri olarak vatana
karşı sorumluluğu, iyi bir vatandaş olma görevi var. Ancak bu görevle beraber
biz Türk kadınlarının toplumumuzda ve dünyada, Endonezya’da, Afganistan’da,
Hindistan’da, Çin’de, Japonya’da, kapalı kapılar ardından seslerini duyuramayan
kız kardeşlerimize karşı da sorumluluklarımız var. Bugün biz kadınların,
kimlikleriyle bedenlerinin farkında olmaya, seslerini olabildiğine yüksek
çıkarmaya, içerisinde bulunduğumuz bedenimizi ayıplayan ve bastıran
ataerkilliğe karşı haykırmaya ihtiyacı var.
Van’da okula gönderilmeyen Zehra için,
Bitlis’te kuzeniyle evlendirilen Ayşe için,
İran’da başını örtmediği için tutuklanan Masih için, Japonya’da tecavüze
uğrayan Yoshiko için…
Tek yapmamız gereken farkında olmak. Okumak,
kendimizi ve çevremizi tanımak, kendi adımıza konuşabilmeye cesaret etmek…
Yalnız olduğumuzu düşünüyoruz, oysaki nüfusun
yarısıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder