Öğretmek Kutsaldır
Emektar Öğretmenlerime.
Öğretmenlik kutsal bir meslektir deriz, her yıl 24 Kasım’da emektar öğretmenlerimizi Atatürk’ün “Öğretmenler! Yeni nesil sizlerin eseri olacaktır.” sözleriyle kutlar, teşekkür eder, minnetimizi belirtiriz. Ancak bütün öğretmenlerin milyonlarca öğrencinin minnetini hak edip etmediğini hiç düşünmüş müydük? Öğretmenlik miydi kutsal olan yoksa öğretmek miydi, bu soruları hiç sormuş muyduk?
Öğretmenlik kutsal bir meslektir deriz, her yıl 24 Kasım’da emektar öğretmenlerimizi Atatürk’ün “Öğretmenler! Yeni nesil sizlerin eseri olacaktır.” sözleriyle kutlar, teşekkür eder, minnetimizi belirtiriz. Ancak bütün öğretmenlerin milyonlarca öğrencinin minnetini hak edip etmediğini hiç düşünmüş müydük? Öğretmenlik miydi kutsal olan yoksa öğretmek miydi, bu soruları hiç sormuş muyduk?
Bazı akşamlar babamla karşılıklı oturur ve
sohbet ederiz, bana çocukluktan başlar askerliğe kadar bütün anılarını tekrar
tekrar anlatır, eski arkadaşlarını, eski okulunu en ufak detayına kadar
hatırlar, bütün akşamı bu şekilde geçiririz.
En az iki üç saat boyunca anılarını bayıla bayıla anlatır babam, ben de
oturur heyecanla anılarının sonunu, çıkardığı dersleri dinlerim. Son zamanlarda ise bir şey dikkatimi çekiyor.
Babam arkadaşlarıyla gittiği bilardo salonlarındaki masaların rengini dahi
hatırlarken çoğu öğretmeninin soyadını hatırlamıyor ya da yanlış hatırlıyor. Bu detayı fark ettiğimde oturdum ve düşündüm,
ilkokuldan bu yana öğretmenlerimi tek tek saymaya çalıştım, pek başarılı
olamadım, neredeyse hepsinin yüzleri hafızamda bir yer etmiş olsa bile pek
çoğunun adını hatırlamıyordum.
Haftanın beş gününün sekiz saatini okulda
geçirir, kulüp faaliyetleriyle on, belki on iki saatimizi koridorlarda
geçirir, okulu ikinci evimiz belleriz. Kendimizi ne kadar ait hissettiğimiz
noktası biraz bulanık da olsa üniversite hazırlığına başlamış öğrenciler neredeyse
okulda yatıp okulda kalkar duruma gelir. Durum böyleyken yıllar sonra nasıl
ikinci evimizle bağımızı kesebilir, her teneffüs çözemediğimiz sorularımızı götürdüğümüz
öğretmenlerimizi unutabiliriz, kendimizi bu koridorlara tam olarak ait
hissedemeyiz?
Öğretmenlerimizin bizlere sadece müfredatı,
başımızda üniversite sınavına geri sayım yaparak anlatması, hatalarımızı
öğretici bir derse çevirmek yerine çoğu zaman cezalandırması, bizleri motive
etmek yerine ağır bir stres altına sokması bu sorulara cevap olarak verilebilir.
Temeldeki sıkıntı, yıllar sonra bütün isimlerin birbirine karışması, zihnimizde
bütün yüzlerin bulanıklaşmasının sebebi çoğu öğretmenimizin bize sadece
müfredatı anlatıyor oluşu, hatırlanmak, bizlerde iz bırakmak ve geleceğin yeni
nesillerini oluşturmak için bir şey yapmıyor oluşudur.
Öğretmek, sadece üniversite sınavına
hazırlamak, öğrencinin netlerini arttırmak ya da maaş almak için okulda
derslerde akıllı tahtadan sunum açarak zaman öldürmek değildir. Bunlar elbette
bir öğretmenin görevidir (Üniversite sınavına tam teşekküllü hazırlanmamızı sağlamak.) ancak gelecek nesillerimizi yüceltecek, vatana hayırlı
evlatlar haline getirecek bilgiler bunlardan ibaret değildir. Öğretmek her
şeyden önce öğrenciye kendisini kanıtlaması için, yeteneklerini, alanlarını
keşfetmesi için yardımcı olmak, sosyal faaliyetlerde bulunması, yazması,
okuması için teşvik etmektir. Nasıl yazılacağının, nasıl okunulacağının yolunu
çizmektir. Nasıl kalem tutacağını göstermektir öğrenciye. Gerçekten iyi bir öğretmen olabilmek öğrenciye dokunabilmeyi
gerektirir, haftanın beş gününü okulda geçiren bu öğrencinin en çok gördüğü
insanlar olarak öğretmenlerimizin görevi bizlere doğruyu yanlıştan, iyiyi
kötüden ayırabilmenin yolunu çizmektir.
Her ders bir şiir okumak mesela, öğrencinin
sahip olduğu stresi sınav kaygısından, başarısızlık korkusundan bahsederek
arttırmak değil de bir Kafka, Dostoyevski, Tanpınar kitabından bahsetmek…
Öğrencinin ilgi alanına göre onun mesleki yönlendirilmesine, kulüplerle
yeteneğini icra edebilmesini sağlama, öğrencileri tanıma…
Öğretmenlik değil, öğretmek, öğrenciye
dokunabilmek, tanıyabilmek, potansiyelini fark edebilmek kutsaldır, büyük bir
sorumluluğu üstlenebilmeyi gerektirir. Herkes sunumlardan konu anlatabilir,
fizik sorusu çözebilir ancak herkes yıllar sonra onları hatırlayacak,
yazdıkları her yazıda okuma yazmayı öğrettiği,
yazmaya teşvik ettiği ve fark ettiği için minnet duyacak öğrencilere
sahip olamaz.
Kendisini mesleğine adamış, emektar
öğretmenlerime, şu an olduğum yere gelebilmemi sağlamış bütün öğretmenlerime
yazmayı devam ettirmeyi, öğrenmeyi, okumayı ve sorgulamayı borç bilirim. Teşekkür
ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder