Bir Başarının Hikâyesi
Güneş ışıklarının kümesin pencerelerinden girip
usulca etrafı aydınlatmasıyla uyandı. Tüylerini bir iki kez silkeleyerek ayağa
kalktı. Yapması gerekenler vardı Kızıl Tavuk’un. Bugün uçacaktı, tıpkı dostu
Minik Serçe gibi.
Kararlıydı. Bütün kümesin alay konusu
olmasına rağmen vazgeçmemişti, başarabileceğine inanmıştı. Şimdi ise
kanıtlayacaktı başarabileceğini. Hızlı bir şekilde haftalardır topladığı kuş
tüylerini birleştirerek yaptığı kanadın yanına gitti.
Heyecanlıydı, bugün aylardır verdiği uğraşın
vazgeçmeyişinin emeğini alacaktı. İçinde heyecanın yanında korku da vardı az da
olsa. Geçen seferki gibi kırmak istemiyordu bacağını. Acısından değildi bu
istememezliği, bir ay boyunca oturup hiçbir şey yapmamak canını sıkıyordu onun.
Bu en son isteyeceği şey bile olamazdı.
Karnı acıkmıştı fakat uçacağını düşündükçe
içi içine sığmıyor, başı dönüyordu. Amma ve lakin bir şeyler yemez ise açlıktan
bayılacağı düşüncesi içini kemiriyordu. Yönünü değiştirdi ve mısır tanelerinin
olduğu yere gitti.
Küçük insancıklar neşe içinde saçıyordu mısır
tanelerini etrafa. Ne garip canlılar bunlar yahu, mısırın eğlencesi mi olur
diye düşündü.
Bir yandan iğneleyici, cırtlak sesleriyle
onun hakkında ‘hayalperestin teki, asla başaramayacak, ne zavallı ama!’ diyen
sıradan tavukları görmezden gelmeye çalışıyordu. Kolay değildi belki ama
zorlandığı da söylenemezdi. Kafasını boşaltmalı havadayken anın tadını
çıkarmalıydı.
Bir an tavukların sözlerinin kalbini ilk
başlarda ne kadar çok kırdığını, geceleri sabaha kadar gözlerinin beyazı
tüylerinin kızılına dönene kadar ağladığını hatırladı. Donup kalmıştı adeta.
Ama gülesi gelmişti biraz da. Tavukların sözlerine aldanıp vazgeçmeyi bile
düşünmüştü hayalinden ancak saçmaladığını anlamıştı çok kısa bir süre geçmeden.
Gülmek istemesinin sebebiyse tavukların hakaretlerine kulak asmasıydı. Ne saçma
değil mi? Başkaları karşı çıkıyor diye kendin olamamak? Ne manası kalırdı ki o
zaman, kendin olmanın? Her zaman sınırların tavukların karakteriyle çelişip
onları boşluğa ittiğini ve engel olduğunu düşünmüştü.
Saçmaydı sınırlar. Uçmak istemesinin bir
sebebi de sınırları kaldırıp, tavuklara yön göstererek anılan bir tavuk gibi
olmak, yarar sağlamak istiyordu. Bugün ise bir şanstı, başarıya gitmesi için.
Şansını iyi değerlendirmeliydi.
Hiç anlamıyordu onları, kendilerini başaramam
ben, engeller çok diye kandıran fakat asıl engeli kendilerini kısıtlayarak
yaratanları. Ne tuhaf değil mi? Kütük gibi, oldukları yerde durmak ve asla
olmak istediğin kişi olamamak. Belki de bu sadece tavukların değil de bütün
canlıların temel sorunuydu galiba. Gerçi kütüklerde minik kışın bacalarından
dumanı eksik olmayan köy evlerini ısıtır, işe yarardı ya…
Karnını doyurunca renkli tüylerden yaptığı
kanadını takmaya gitti. Heyecanı doruklardaydı. Önce sağ ardından da sol kanadı
taktı. Planı kümesin karşısındaki tepeden atlayıp havadayken kanat çırparak
kümesin üzerinden uçmaktı.
Hem dostu Minik Serçe’de onunla olacaktı,
korkmasına hiç gerek yoktu. Lafı uzatmadan koşar adımlarla tepeye çıktılar.
İşte, şimdi zamanı gelmişti başarmanın.
Tepedeyken ilk düşündüğü şey başardığını
görüp onunla alay eden diğer, cırtlak sesli, obur tavukların yüz ifadeleri
olmuştu. En azından bu düşünceden teselli bulup korkusunu çok olmasa da
azaltıyordu, azaltmaya çalışıyordu.
Kalbi fırlayacaktı neredeyse heyecandan,
korkudan. Plana göre üçe kadar sayıp atlayacaktı ama korkusu buna engel
oluyordu. Dostu Minik Serçe’nin endişeli bakışları da hiç yardımcı olmuyordu açıkçası.
Nihayetinde derin bir nefes aldı, üçe kadar saydı ve atladı tepeden.
Fakat heyecandan olsa gerek, unuttuğu bir şey
vardı. Kanat çırpmayı unutmuştu ve hızla dağın eteklerine düşüyordu.
Ayaklarının altındaki manzaradan da büyülenmişti. Bir an sinek kuşu gibi hayal
etti kendini, hızlıca kanat çırpmaya başladı. O kadar hızlı çarpıyordu ki
yükselmiş hatta havada asılı kalmayı başarmıştı bile.
Sadece Kızıl Tavuk değil, dostu Minik
Serçe’de heyecanlıydı, en yakın arkadaşı uçuyordu. Tavuklar tarihinde eşi
benzeri görülmemiş bir olaydı bu! Şimdi tek yapması gerekenin ileri doğru
atılıp, süzülme girişiminde bulunmak olduğunu biliyordu, gerisinin kümesteki
mısır saçan küçük kızın çorabının yırtığı kadar hızlı bir şekilde
gerçekleşeceğini biliyordu. Yanılmadı da.
Uçuyordu! Ona başaramayacaksın diyen,
engeller koymaya çalışan sıradan tavukların üzerinden uçuyordu hem de!
Başarmıştı işte, aylardır verdiği emeğin karşılığı alıyordu şimdi. Tavukların
ve o an orada bulunan diğer bütün canlıların hayran hayran bakışları ve zaferin
o sarhoş edici hissiyle hem de.
Hiç bu kadar mutlu olduğunu hatırlamıyordu
Kızıl Tavuk. Başarmak ne güzel şeymiş diye düşünürken usulca kümesin önüne
kondu. Geçen gün mısır koçanları yüzünden kavga ettiği güvercin gibi konmuştu.
Etrafına bakınca tavukların ve yem veren iki küçük kızın şaşkın şaşkın
bakışlarıyla karşılaştı. Bir iki kez sevinçle bağırdı ve aynen şunları dedi;
‘Teşekkür ederim, bana başaramayacaksın, asla yapamazsın zavallı tavuklar uçar
mı hiç dediğiniz için. Çünkü sizler olmasaydınız asla hırslanıp yapamayacaktım
belki de. Kim bilir?’
O zaman Kızıl Tavuk dâhil bütün kümes halkı
anlamıştı, hayatın bazen acı verse de karşılıksız bırakmayacağını.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder