13 Nisan 2020 Pazartesi

Çiftlik Fablı, 2015 Bilgi Evleri Yarışması İkincisi.



                       Bir Başarının Hikâyesi

     Güneş ışıklarının kümesin pencerelerinden girip usulca etrafı aydınlatmasıyla uyandı. Tüylerini bir iki kez silkeleyerek ayağa kalktı. Yapması gerekenler vardı Kızıl Tavuk’un. Bugün uçacaktı, tıpkı dostu Minik Serçe gibi.
    Kararlıydı. Bütün kümesin alay konusu olmasına rağmen vazgeçmemişti, başarabileceğine inanmıştı. Şimdi ise kanıtlayacaktı başarabileceğini. Hızlı bir şekilde haftalardır topladığı kuş tüylerini birleştirerek yaptığı kanadın yanına gitti.
  Heyecanlıydı, bugün aylardır verdiği uğraşın vazgeçmeyişinin emeğini alacaktı. İçinde heyecanın yanında korku da vardı az da olsa. Geçen seferki gibi kırmak istemiyordu bacağını. Acısından değildi bu istememezliği, bir ay boyunca oturup hiçbir şey yapmamak canını sıkıyordu onun. Bu en son isteyeceği şey bile olamazdı.
  Karnı acıkmıştı fakat uçacağını düşündükçe içi içine sığmıyor, başı dönüyordu. Amma ve lakin bir şeyler yemez ise açlıktan bayılacağı düşüncesi içini kemiriyordu. Yönünü değiştirdi ve mısır tanelerinin olduğu yere gitti.
  Küçük insancıklar neşe içinde saçıyordu mısır tanelerini etrafa. Ne garip canlılar bunlar yahu, mısırın eğlencesi mi olur diye düşündü.
  Bir yandan iğneleyici, cırtlak sesleriyle onun hakkında ‘hayalperestin teki, asla başaramayacak, ne zavallı ama!’ diyen sıradan tavukları görmezden gelmeye çalışıyordu. Kolay değildi belki ama zorlandığı da söylenemezdi. Kafasını boşaltmalı havadayken anın tadını çıkarmalıydı.
  Bir an tavukların sözlerinin kalbini ilk başlarda ne kadar çok kırdığını, geceleri sabaha kadar gözlerinin beyazı tüylerinin kızılına dönene kadar ağladığını hatırladı. Donup kalmıştı adeta. Ama gülesi gelmişti biraz da. Tavukların sözlerine aldanıp vazgeçmeyi bile düşünmüştü hayalinden ancak saçmaladığını anlamıştı çok kısa bir süre geçmeden. Gülmek istemesinin sebebiyse tavukların hakaretlerine kulak asmasıydı. Ne saçma değil mi? Başkaları karşı çıkıyor diye kendin olamamak? Ne manası kalırdı ki o zaman, kendin olmanın? Her zaman sınırların tavukların karakteriyle çelişip onları boşluğa ittiğini ve engel olduğunu düşünmüştü.
  Saçmaydı sınırlar. Uçmak istemesinin bir sebebi de sınırları kaldırıp, tavuklara yön göstererek anılan bir tavuk gibi olmak, yarar sağlamak istiyordu. Bugün ise bir şanstı, başarıya gitmesi için. Şansını iyi değerlendirmeliydi.
  Hiç anlamıyordu onları, kendilerini başaramam ben, engeller çok diye kandıran fakat asıl engeli kendilerini kısıtlayarak yaratanları. Ne tuhaf değil mi? Kütük gibi, oldukları yerde durmak ve asla olmak istediğin kişi olamamak. Belki de bu sadece tavukların değil de bütün canlıların temel sorunuydu galiba. Gerçi kütüklerde minik kışın bacalarından dumanı eksik olmayan köy evlerini ısıtır, işe yarardı ya…
  Karnını doyurunca renkli tüylerden yaptığı kanadını takmaya gitti. Heyecanı doruklardaydı. Önce sağ ardından da sol kanadı taktı. Planı kümesin karşısındaki tepeden atlayıp havadayken kanat çırparak kümesin üzerinden uçmaktı.
  Hem dostu Minik Serçe’de onunla olacaktı, korkmasına hiç gerek yoktu. Lafı uzatmadan koşar adımlarla tepeye çıktılar. İşte, şimdi zamanı gelmişti başarmanın.
  Tepedeyken ilk düşündüğü şey başardığını görüp onunla alay eden diğer, cırtlak sesli, obur tavukların yüz ifadeleri olmuştu. En azından bu düşünceden teselli bulup korkusunu çok olmasa da azaltıyordu, azaltmaya çalışıyordu.
  Kalbi fırlayacaktı neredeyse heyecandan, korkudan. Plana göre üçe kadar sayıp atlayacaktı ama korkusu buna engel oluyordu. Dostu Minik Serçe’nin endişeli bakışları da hiç yardımcı olmuyordu açıkçası. Nihayetinde derin bir nefes aldı, üçe kadar saydı ve atladı tepeden.
  Fakat heyecandan olsa gerek, unuttuğu bir şey vardı. Kanat çırpmayı unutmuştu ve hızla dağın eteklerine düşüyordu. Ayaklarının altındaki manzaradan da büyülenmişti. Bir an sinek kuşu gibi hayal etti kendini, hızlıca kanat çırpmaya başladı. O kadar hızlı çarpıyordu ki yükselmiş hatta havada asılı kalmayı başarmıştı bile.
  Sadece Kızıl Tavuk değil, dostu Minik Serçe’de heyecanlıydı, en yakın arkadaşı uçuyordu. Tavuklar tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir olaydı bu! Şimdi tek yapması gerekenin ileri doğru atılıp, süzülme girişiminde bulunmak olduğunu biliyordu, gerisinin kümesteki mısır saçan küçük kızın çorabının yırtığı kadar hızlı bir şekilde gerçekleşeceğini biliyordu. Yanılmadı da.
  Uçuyordu! Ona başaramayacaksın diyen, engeller koymaya çalışan sıradan tavukların üzerinden uçuyordu hem de! Başarmıştı işte, aylardır verdiği emeğin karşılığı alıyordu şimdi. Tavukların ve o an orada bulunan diğer bütün canlıların hayran hayran bakışları ve zaferin o sarhoş edici hissiyle hem de.
   Hiç bu kadar mutlu olduğunu hatırlamıyordu Kızıl Tavuk. Başarmak ne güzel şeymiş diye düşünürken usulca kümesin önüne kondu. Geçen gün mısır koçanları yüzünden kavga ettiği güvercin gibi konmuştu. Etrafına bakınca tavukların ve yem veren iki küçük kızın şaşkın şaşkın bakışlarıyla karşılaştı. Bir iki kez sevinçle bağırdı ve aynen şunları dedi; ‘Teşekkür ederim, bana başaramayacaksın, asla yapamazsın zavallı tavuklar uçar mı hiç dediğiniz için. Çünkü sizler olmasaydınız asla hırslanıp yapamayacaktım belki de. Kim bilir?’
   O zaman Kızıl Tavuk dâhil bütün kümes halkı anlamıştı, hayatın bazen acı verse de karşılıksız bırakmayacağını.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder